Ana içeriğe atla
                                                                 MİMARİDE GÜN IŞIĞI
      
         Gün ışığı sürekli olarak değişir. Buna karşın daha önce ele aldığımız diğer mimari elemanlar kesin olarak belirlenebilir. Mimar kütlelerinin ve boşlukların boyutlarını kesinleştirebilir, binanın ne tarafa doğru yönlendirileceğini tayin edebilir, yapı malzemelerini ve onları kullanış şekillerini belirleyebilir. Diğer bir deyişle daha tek taş yerini koyulmadan binanın niteliklerini ve niceliklerini kesinlikle tanımlayabilir. Tek kontrol edemediği gün ışığıdır. Gün şığı sabahtan akşama, günden güne hem yoğunluk hem renk bakımından farklılık gösterebilir. böylesine kaprisli bir faktör ile nasıl çalışılır? Bu faktör sanatsal olarak nasıl kullanılır?
Öncelikle ışık miktarındaki değişimler dikkate alınmayabilir. Çünkü ancak aletlerin yardımıyla ölçülebilen bu değişimlerin çoğu zaman farkına varmayız. İnsan gözünün uyum yeteneği şaşırtıcı ölçüde fazladır. Parlak güneş ışığı, ay ışığının 250.000 katı yoğunolabildiği halde Gündüz vakti ve gece ay ışığında aynı biçimleri görürüz. Kış vakti beyaz bir yüzeyden yansıyan ışık miktarı, yazın aynı boyda siyah bir yüzeyden yansıyandan azdır. Yine de beyaz beyaz, siyahı da siyah olarak görürüz. Beyaz bir zemin üzerine yerleştirilmiş siyah bir harfi net olarak ayırt ederiz.
Mimarinin yaşanmasında ışık önemli bir rol oynar. Aynı oda, duvarlarındaki açıklıkların boyutlarının ve yerleşim yerinin değişmesi sonucu çok farklı mekansal izlenimler verebilir. Bir pencereyi duvarın ortasından köşeye doğru kaydırmak odanın tüm karakterini tamamen değiştirecektir.
Açıklıkların boylarının ve gelişimlerinin değişmesinden doğan çok sayıdaki olasılığın arasında kaybolmamak için burada kendimizi, aydınlatma açısından gruplandırabileceğimiz üç tip mekanla sınırlayacağız: Aydınlık açık mekan, tepeden ışık alan ve en tipik olarak da yan tarafından ışık alan mekan.  Işığın her yönden girdiği aydınlık açık mekana, tarihi boyunca çeşitli çağlarda, özellikle sıcak iklimli ülkelerden örnekler bulabiliriz. Bu tip mekan güneşten korunmak amacıyla sütunların üstüne yerleştirilen bir çatıdan oluşur. Ben örnek olarak Güney Fransa'da Bordeaux yakınlarındaki Cadillac kasabasında bir kapalı pazar yerini seçtim. Pazarın çevresindeki evleri geçen çok yüksek bir tabanı vardır. Pazara dört yandan da girilebilir. İçerisi çok aydınlıktır, her yer dışarıdaki sarı kaldırımlardan yansıyan ışıkla doludur. Yine de pazarın içindeki ışık dışarıdakinden farklıdır .Kemerli açıklıkların yakınlarında dizilen malların bir yöndeki yüzeyleri doğrudan ışık alırken ters yöndeki yüzeyleri gölgede kalır. Aslında gölgede kalan kısım tamamen karanlık değildir, çünkü pazar yerinin içi oldukça aydınlıktır bulutlu bir günde pazar yerindeki ışık dışarıdakinden daha yoğun ve çoğu kapalı mekandakinden daha parlaktır.
Farklı dönemlerde mimarlar kapalı mekanlarda bu çeşit bir aydınlatma elde etmeye çalışmışlardır. Her iki yan duvarında büyük pencereleri olan ortaçağ şatoları, bir dış duvardan diğerine uzanan ve her iki tarafta da pencereleri olan geniş mekanlara sahip sayısız malikane vardır. Sadece bir duvarında penceresi olan daha ufak bir odadan böyle ışık dolu bir mekana girildiğinde insan bir ferahlık duyar, çünkü burası aydınlık ve havadardır.
Günümüzde bu tür mekanları yaratmak için daha çok olanağımız olduğu halde onlara çok az rastlamaktayız. Yine de bildiğimiz mükemmel bir örnek var.New Canaan, Connecticut'ta kendisi için yaptığı evledir. Ev, boyu eninin iki katı olan dikdörtgen bir mekandan oluşur. Dört kenarında cam duvarlar, üstünde de düz bir çatı yer almaktadır. Evin banyosu ev ortasında duran, yerden tavana kadar uzanan ve tuğladan yapılmış silindir bir kütlenin içinde yer alır. Mutfak ise tuğla döşemeye sabitlenmiş birkaç alçak ahşap dolaptan ibarettir. Bu evin resmini bakıldığında böylesine saydam bir cam kutuda bir iç mekan duygusu yaratılabileceğini hayal etmek zordur. Fakat evin içine girildiğinde yaşanan duygu oldukça farklıdır. Burası kesinlikle bir iç mekandır.
Döşeme ve tavanın yanısıra, kumaşlar ve eşyaların gruplandırılışı da bu izlenimi vermede yardımcı olurlar. Döşemeden tavana kadar uzanan cam duvarlarda, ışığı kontrol etmek ve dışarıdan gelebilecek meraklı bakışları önlemek için, perdeler veya hareketli beyaz bölmeler kullanılmıştır. Bunlar da iç mekan hissini kuvvetlendirmektedir. Kayan bölmelerden oluşan Japon sistemi burada ahşap ve kağıt gibi malzemelerden çelik ve cama aktarılmıştır.
Dışarıda ışık çevredeki ağaçların yapraklarından süzülür. Manzarayı ağaç dallarının altından seyrederken, Palladio villalarında olduğu gibi, burada da sağlam bir zemin, çevredeki doğayı çelik kapının içinden seyredecek şekilde dikkatlice düşünülmüş bir plan olduğunu hissedersiniz. Büyük bir halı üzerinde duran ana eşya grubu mekânın ortası ve güney dış duvar arasındaki alana uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Burada ayrıca kusursuz bir ışık altında duran büyük bir heykel ve modern bir resmi taşıyan sehpa vardır.
Daha ileri gitmeden "kusursuz bir ışık" ile ne anlatmak istediğimi açıklamak doğru olur. Kimse için kusursuz ışık yalnızca bol ışık anlamına gelir. Bir şeyi yeterince iyi görmezsek daha fazla ışık isteriz. Oysa çoğu zaman bunun yeterli olmadığını görürüz. Çünkü ışığın niçeliğinden çok niteliği önemlidir.
İki beyaz renkli düzlemin çakışması ile oluşan bir köşeye baktığımızı düşünelim. Kontrol edilebilen ışık kaynakları kullanarak bu iki düzlemi de aynı derecede aydınlatabiliriz. Bu durumda düzlemlerin oluşturduğu köşeyi görmek imkansızlaşır. Gözlerinizin streoskopik özelliğini kullanarak ya da varsa iki düzlemin kesiştiği başka bir düzlemi gözlemleyerek köşenin varlığını yine de algılayabilirsiniz. Fakat orada bir köşe olduğunu görmemiz için gerekli olan önemli bir olanağı yitirmiş olursunuz. Eğer ışık iki tarafta da eşit şekilde artırılırsa, ışığın fazlalaşması fayda etmez. Fakat eğer bir tarafta ki ışık azaltılır ve iki düzlemin aydınlatılmasında belirgin bir farklılık oluşursa, Işık yoğunluğu azaldığı halde, köşe açık olarak ortaya çıkar.
Bundan "önden aydınlatmanın" genelde niye zayıf bir aydınlatma olduğu anlaşılabilir. Eğer ışık, kabartıları olan bir yüzeyin üstüne dik açıyla düşerse, minimum gölge ve ona bağlı olarak da minimum plastik etki oluşur. Bu durumda duygusal etki de zayıf olur Çünkü dokunun algılanması yüzeydeki ufak kabartıların algılanmasına bağlıdır. Eğer aydınlatılan cisim, yandan gelecek şekilde döndürülürse, hem 3 boyutlu hem de duygusal etki açısından iyi bir izlenim veren bir nokta bulunabilir. İyi bir fotoğrafçı, konusu için en uygun ışığı bulana kadar çeşitli denemeler yapar. Bir nesnenin aydınlatılmış tarafları fazla parlak veya gölgede kalan tarafları fazla karanlık ise biçimin algılanması zorlaşır. Bu yüzden fotoğrafçı en parlak parıldamadan en koyu gölgeye kadar bir ton yelpazesi verebilen ve her üç boyutlu biçimin gerçek plastik ifadesini ortaya çıkarabilen bir ışık seçer. Gölgeli kısımlarda da üç boyutluluk elde etmek için gerektiği kadar yansımalı ışık kullanır. Sonunda konusu, plastik ifade ve doku bakımından belirsiz hiçbir nokta kalmadan ortaya çıktığında fotoğrafın iyi ışıklandırıldığını söyler.
Işığın niteliği genellikle kabul edilenden daha önemlidir. Nakış gibi ince işle uğraşanlar ışık zayıfsa çabuk yorulurlar ve çoğu zaman işin niteliğini değil de niceliğini artırarak sorunu çözmek için boş yere çaba harcarlar.
İsveç'te Gothenburg'daki konser salonunun ikinci katında yer alan uzun fauyede, yan duvarın hemen hemen tümü boyunca uzanan bir pencere vardır. Burası açık renklere boyanmıştır, duvarlardan ve tavandan da bolca Işık yansır. Bir uçtaki duvar, renkli bir duvar kilimi tarafından tamamen kaplanmıştır. Kilim soldaki pencereden gelen ışıkla yandan aydınlık aydınlanmaktadır. Bu konum, kilimin tasarımı, dokusu ve renklerinin hakkını vermektedir.

Tek başına duran bir sanat eserinden çok, mekanın bir parçası olarak görürüldüğünde, kilim yüzeyinin eşit olarak algılanmaması önemli değildir. Eğer önden ışık alacak şekilde bir duvara yerleştirildiyse, kilimin üzerindeki resmin dokunmuş olduğunu görmek imkansızlaşacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antropometri Nedir           Antropometri; insan vücudunun boyutları ile ilgilenen özel bir bilim dalı olup, Yunanca’da “insan” anlamında kullanılan anthropos ve “ölçüm” anlamında kullanılan metron kelimelerinden türetilmiş olup, antropometri, vücudun belli bölümünün hareketsiz durumu, ağırlık merkezi ve hacim gibi vücudun belli fiziksel özellikleri ve boyutları ile ilgilenen bilim dalı şeklinde tarif etmek de mümkündür. Başka bir ifade ile antropometri; insan vücut ölçüleri ve vücut hareketlerinin mekanik yönleri ile bu hareketlerin frekans ve sınırları gibi insan vücut özellikleri ile uğraşan bir bilim dalıdır. Tasarlanacak sisteme veya mekâna ilişkin kullanıcının gereksinim duyduğu donanımın, aygıtların, yakın çevresinin tasarlanmasında etkili olan, hareketli ve/veya hareketsiz durumda vücut ölçülerinin, kapasitelerinin bilimsel ölçüm metotları kullanılarak saptanması amaçlanır. Vücut ölçümleri genellikle iki son nokta arasında kalan mesafenin...
Ergonomi nedir?         Ergonomiye kısaca " fiziksel çevrenin insana uyumlaştırılması süreci " diyebiliriz. Günümüz endüstri çağında makine-insan arasındaki artan ilişkiler, insana uyumlu çevre, eşya, makine, ofis vs. gibi fiziksel çevre birimlerinin yaratılması çabalarını zorunlu kılıyor. Öyle ki artık sadece fiziksel çevrenin ergonomisinden değil, doğrudan insanın zihnine seslenen bilgisayar yazılımları, Internet, web dizaynı vs. gibi öğelerin de insana uyumundan (Zihinsel algılama, kolay kontrol edebilme ve yönlendirebilme açısından) bahsedebiliyoruz.   Bu anlamda ergonomi, birçok bilimsel disiplinin ortak çalışma alanı olan (Başta mühendislik, mimarlık, tıp, fizyoloji, anatomi, psikoloji, sosyoloji olmak üzere) bir yaklaşımlar bütünüdür. Tüm bu bilimsel disiplinler ortaklaşa bir insana uyumlaştırılmış ideal makine-çevre sisteminin arayışı içindedirler. Elbette ki bu arayışın temel amacı, sadece insanın kendisiyle barışık uyumlu bir çevrede yaşaması deği...
SAĞLAMLIK:YAPI NASIL AYAKTA DURUR?      Bir yapının en önemli kısmı strüktürü ya da onu ayakta tutan sistemdir. Strüktür yeni bir çerçeve ya da kılıf yaratmaktan daha fazla bir şeydir. Seçilen malzemeler ve bunların kütleselliği ya da maddeselliği çağrıştıracak şekilde biraraya getiriliş biçimleri bir kültürün kendisine ve tarihle ilişkisine dair sahip olduğu bakış açısının bir parçasıdır. Bilimsel olarak anlamadan çok önce hepimiz dayanaksız nesnelerin düz bir doğru üzerinde aşağıya doğru yada tam söylemek gerekirse dünyanın merkezine doğru düşecekleri konusunda açık bir kavrayışa sahip oluyoruz. İşte bu durum mimari strüktürün özüdür. Mimarlık algımızın bir kısmı kuvvetlerin yapılarda nasıl ele alındığının empatik çözümlemesiyle uğraşmak zorundadır.  Dikme ve Lento      Strüktürün başlangıcı hangi malzemeden olursa olsun duvardır. Ama duvarlarla çevrili bir odada ışık ve görüş olmadığı için bu duvarın açılması gerekir. Bu açığın üzerindeki bloklar ya...